Çiçekler
- Ahmet Yagci
- 4 Kas 2022
- 3 dakikada okunur
Hayatımda beni nelerin ifade edeceğine dair bir liste yapmaya karar verdiğimde aklıma ilk düşen nedense hep çiçekler oluyordu. Herhangi bir çiçeğin ne kadar inanılmaz bir güzelliği olduğunu fark etmem, ömrümün yarısını tamamladıktan sonradır. Daha önce yürürken yol kenarlarında bir dekor, ilkokul öğrencilerine verilen ev ödevlerinde küçük boy kâğıda çizilen ve yeşilliklerin arasına serpiştirilen bir küçük ayrıntı veya şairlerin hayallerindeki sevgilinin güzelliğini anlatmak için kullanılan bir benzetmeydi benim için. Bir çiçeğin insanda nasıl bir heyecan uyandırabileceğini deneyimlemek farkında olmadığım bir ihtiyaçtı. Yaş aldıkça insanın içindeki karanlık mahsende özenle sakladığı yıllanmış bir şarap misali ortaya çıkıverip, ruhunun tam ortasına istemsizce yerleşiveren bir renk cümbüşü.

Bu satırları yazarken dün Nişantaşı’nda yol kenarında renkli renkli pazenleri ve kara tenleriyle insanın gözünün içine bakarak çiçek satmaya çalışan çingenelerin bir tanesinden iyi bir pazarlık yaparak satın aldığım sarı lalelerim içerisinde kabarcıklar oluşmuş bir vazoda karşımda duruyor. Sahi bir lalenin soğan iken toprağa yerleştiğinde yavaş yavaş büyümesi, yeşermesi, boy atması, tomurcuklanması, tomurcukların yemyeşil uzaması, yeşil sandığın yaprakların ansızın kendi rengini alması ne muhteşem bir yolculuk. Önceleri kapalıdır yaprakları, gizemini göstermek istemez ele karşı. Sonraları dayanamaz yavaş yavaş açar ve çanak şeklini alarak tüm güzelliğini esirgemez. Kendine sevgiyle bakan gözlere de açar, parkta koşarken kendisinin farkında bile olmayan ve sırf yaramazlık olsun diye kendini dalından koparıp yaşamına son veren bir çocuğa da açar. Nasıl bir fedakarlık, nasıl bir cömertlik.. İnsanoğlu bir an olsun gözlerinizi kapatıp, zihninizi temizleyebilse ve var olanla bütünleşebilse fark edecek aslında çevresinde olan biten her şeyin nasıl bir bütünlük içerisinde, ahenkle, tutarlı, sevgiyi hoyratça yayma çabasında olan tüm parçaların nasıl birleşip akıp gittiğini. Zamanın olmadığı bu anda var olabilmek için yaratılmış diye düşünüyorum çiçekler, ağaçlar, ormanlar.. Tek bir adet çiçek bile yeterli yerkürede, belki farklı kubbe altlarında, sonsuz evrende. Tüm bunları çok geç olmadan fark edebildiğime şükür ediyorum.
Ben manolyaya tutkunum. Kışın ayazı yerini baharın sıcaklığına bırakırken aceleci davranır hep. Tomurcuk şeklinde kapanmış gizemi hızla kendini açıverir. Mor beyaz yaprakları genişçe açılır. Tek bir dalında onlarcası fışkırıverir. Güzelliğinin fark edilmesini bekler. Ölümüne razı, dallarının koparılarak aşk hikayelerine konu olmak ister. Sevgiliye iletilen yalnızca bir çiçek değildir oysa ki, evrendeki tüm gizem ve sessizliğin içine hapsolduğu bir sevgidir. Alan elin, veren ele o ilk dokunduğu sıcaklıktır. Kalp atışlarını hızlandıran bir sıcaklık. Bazen de geç gelen ve soğuk geçen bir Mart ayının gazabına uğrar. Uzun süre karlar altında kalan yaprakları hazırlıksızdır oysa. Soğuğa dayanamayan ruhu yavaşça soluk benzinde kahverengileşir. Bazı yapraklarını kaybetse de yine de vazgeçmez, dayanır ve varlığını haykırır.
Mor salkımı anmadan olmaz. Küçük, birbirine bitişik bukle bukle üzüm taneleri misali dallardan sarkarlar bahar gelince. Kendine has kokusu her zaman beni benden alır. Her mevsim yeniden açışında eksiksiz yine aynı duygular kaplar içimi, bakmaya doyamam. Güzellikleri arıları öylesine cezbeder ki, yöresindeki bir arı kendisine uğramadan edemez. Bir müzisyen edasıyla çiçeklerin içerisine gire çıka yaydığı vızır vızır sesleri ile arıları daha bir sever olur insan.
Daha niceleri var oysa ki. Gül, lavanta, papatya, sümbül, kardelen, çiğdem, nergis.. Hayatımızın tam içerisinde olmak isterler hep. Keşfedilmeyi beklerler. Birçoğumuzun sadece yaşlandıkça kendilerine ilgi göstermesi, pencere kenarlarındaki saksılarda sessiz yalnızlıkları üzüntü verir onlara. Sonsuz cömertliklerinin karşılığını hak etmek isterler.
Hele o borçak yok mu bir de? Baharın artık yeryüzüne yerleşmesi ile bozkırlarda kalın ve sert yeşil dalların arasından, üzerinden, bulabildiği her yerden sap sarı çiçeğini fışkırtan o borçaklar.. Tek tek özenle toplarım onları, birleştirip bir kalın demet yapıp özenle yerleştiririm vazoya. Hayatımda bugüne kadar keşfedebildiğim en özel kokudur benim için kokusu. İçime çekmeye doyamam, burnumun hissizleştiği ana kadar koklarım. Öyle özensiz ve serbestçe toprağa yayılmayı seven borçakların insana verdiği mutluluğu keşke herkes fark edebilse diye düşünüp, hayıflanırken bulurum kendimi. Doğada yürürken insanı meşgul ediyor işte bu düşünceler.
Kokularının güzelliği sıralamasında birinci sırada yer alan borçağı, nergis ve mor salkım takip eder bende. Her bahar kuru dallardan yavaş yavaş yeşerip kalbimin içinde bir yere oturup, beni tamamlarlar. Onların olmadığı bir ilkbaharı düşünmek istemem. Hayatımda çiçeklerin olmadığı bir anın var olmasını istemem. Kuru bir daldır benim için onların olmadığı bir hayat. Onların varlığı ile çiçek açarım ben.
Comments