Kitaplar
- Ahmet Yagci
- 4 Kas 2022
- 4 dakikada okunur

Beni ben yapan, yıllardır ilmik ilmik düşüncelerimi ören, beni saf küp bir mermer iken ince ve yavaş darbelerle bir heykele çeviren, kimi zaman bu dünyadan olmayan alemlere taşıyan, kimi zaman düşündüren, kimi zaman da heyecanlandıran, hayatımda hep benim yakınımda olmasını istediğim, uzak kaldığımda bir yanımı eksik hissettiğim yaşayan varlıklardır benim için kitaplar. Kitaplar ile ilgili bir yazı kaleme almayı aklıma koyduğumda, bu satırları yazarken bana bolca kitap eşlik etsin istedim. Onların varlıkları arasında kendim daha rahat hissedip, gönlümdekileri yazacağım bu satırlar vasıtasıyla onu okuyacak olanlara daha iyi aktarmaktı derdim. Bunun için mekanı düşündüğümde, ayaklarım beni tereddütsüz en sevdiğim yere, Nişantaşı’na doğru çıkan yokuşun ortalarında yer alan ve hem kitabevi hem de Cafe olan Minoa’ya taşıdı. Bu kitabevine her geldiğimde saatler geçirebileceğimi kendi kendime teyid ediyorum. Farklı farklı başlıklarda, farklı dillerde ve özellikle beni ben yapan sehayat, yemek, bahçe, ev tasarımı, gibi alanlarda portföylerinde olan ve kolay kolay diğer standart kitapevlerinde bulamayacağınız derinlikte birçok kitabın arasına atarım kendimi her geldiğimde. Bugün ise bir Cuma sabahı ve her zamankinden farklı bir niyetle geldim buraya. Pencere kenarında ve en köşede bulduğum masaya oturdum sessizce, bilgisayarımı açtım ve parmaklarım ne yazacağımı bile bilmeden kendinden geçmişçesine yazmaya başladı bu satırları. Güneş pencereden usulca koynuma girdi, kıskandı mı ne.. Pervasızca ışığını bilgisayar ekranıma yansıtmaya ve ekrana dökülen harflerin okunmaması için elinden geleni yapmaya başladı. Sabahın erken saatlerinde içeride bir sessizlik ve sakinlik var. Kahvaltı yapmak isteyen birkaç turist, ruhunun derinliklerinde bu satırları yazarak kendine doğru bir yolculuğa çıkmak isteyen ben ve çalışanlar içinde bulunduğumuz zaman diliminin kahramanlarıydık. Duvar kenarını boydan boya kaplayan raflar arasındaki kitapların sessiz çığlıklarını duyuyordum arada hislerimle. Dili yok sanırsın ama bir kere gönlünü verdin mi seninle nasıl konuşmaya başladıklarını hayretle deneyimleyeceğiniz kitaplar. Her çeşitten kitaplar olsun isterim hayatımda. Güneşin kararsız ışıkları ara ara kendini hatırlatıp ara ara küser gibi çekiliyor masamın üzerinden. Sıcaklığını ise tenimde hissedebiliyorum. Tüm bu sahneye eşlik eden sesler yavaş yavaş artmaya başlıyor. Cafe yavaş yavaş uyanmaya, canlanmaya başlıyor. Ama ben hipnotize olmuş bir edayla, arı ardına ve düşünmeden tuşlara basıyorum. Zihnime yine engel olamıyorum. Kendiliğinden dile gelmeye başlayan düşüncelerim pek bir cesur bugün kitapların arasında.
Ruhum bu dünyaya düştüğünden beridir bir arayışım var. Bazen bilinçli, bazen bilinçsiz hep beni peşinden sürükleyen gizemli bir dünyanın peşinden koşuyorum. Kim olduğumu keşfetmek ve bilmek için delicesine açım her daim. Bu dünyanın, evrenin, görebildiklerimizin ve göremediklerimizin, duyabildiklerimizin ve duyamadıklarımızın, kısacası var olmuş ve olacak her şeyin anlamını keşfetmeye yönelik sınırsız bir arzu taşıyorum hep içimde. Bedenim bu dünyaya ait olan her şeyi deneyimlemek için koşarken, ruhum bu dünyaya ait olmayan şeyleri deneyimlemenin derdinde hep. Zihnim ise bu ikisinin arasında bir köprü misali beni bir o dünyadan bir diğerine taşıyor hep. Kahvemi yudumluyorum. Kahvem sıcak ve aroması damağımda müthiş bir keyif bırakıyor. Bu dünyaya ait olan bu duygu benim için ne kadar da gerçek olduğunu düşünüyorum. Peki gerçek nedir? Bu dünyaya ait olan gerçeklikleri kolayca sıralamak mümkün. Benim tattığım gibi bir kahveyi yudumlamak, deniz kenarında dalgaların eşlik ettiği yumuşak kumların üzerinde yürümek, damlaların her birinin yeryüzüne inene dek birbirine değmediği yağmurların altında şemsiyesiz kalmak ve ıslanmak veya tadını çok sevdiğiniz bir yemeği pişirmek. Bunlar bizim dünyamıza ait deneyimlediğimiz gerçeklerimizden bazıları. Bununla birlikte kendimi bildiğimden beridir deneyimleyemediğim bir gerçekliğe karşı olan merakım, ilgim ve bilgiye karşı susamışlığım yaş aldıkça artıyor. Bu bilgi açlığımı gidermek için koşuyorum ben kitaplara. Kitapların bir kez okunduktan sonra sahipsiz kalan kelimelerinin ruhunda arıyorum bu dünyaya ait olmayan gerçekliği. Annemin karnından doğduktan sonra yerleştiğim bu dünyanın içerisinde kaybolmuş bir şekilde, ürktüğüm ve sahipsizliğimden korktuğum anlardaki dostlarım oluyorlar benim. Birçok farklı düşünceyi, tutkuyu, heyecanı harmanlayıp yudumluyorum okudukça. Ruhumu besleyen yegane kaynaklar benim için kitaplar.
Tutkuyla bağlandığım bir hayalim bu yazdığım satırların da bir gün basılmış bir kitap olarak kütüphanemde yer alması. Bu satırları yazarken kendimi bir an olsun gerçek bir yazar olarak hissetmek istediğimden sanıyorum, kendimi bu Cafe’ye attım. Yüzüklerin Efendisi serisini bir Cafe’de tamamlayan Tolkien misali yüzüme bir gülümseme yerleşiyor. Beni etkileyen ilk kitabı hatırlıyorum. Ortaokul çağlarımda Yaşar Kemal’in yazdığı İnce Memed serisinin ilk kitabını ne kadar büyük keyifle okuduğumu, elimden düşürmeden hızla bitirdiğimi anımsıyorum. Yaşım 43 ve bugüne kadar olduğum kişi olmama katkı sağlayan okuduğum tüm kitapların hayatımdaki yeri hep özel. Bu dünyadaki ilk doğum anımda ruhumun kilitli kaldığı bu bedenden beni yeniden doğarak çıkaracak olan ve ihtiyacım olan bilinç seviyesini bana verebilecek olan kaynaklar ne yazık ki çok sınırlı. Bazen karşınıza çıkan bir bilge kişi, bazen bir çocuğun saflığı, bazen okuduğunuz bir kitabın içerisinde gizlenmiş bir fikir bizlere bu bilinci verebilmek için hep hazırlar aslında. Önemli olan belki de bu arayış. Hakikatin ne olduğunu anlamak için kendinizi karşı konulamaz girdabın içerisine bıraktığınızda akan su ile yavaş yavaş kaynağa gidebileceğinize inanıyorum. Suyun bazen ivme kazandığı dönemeçlerde içindeki inancı koruyabilirse insan, yaşadığı heyecanın ardından durgun suların keyfini çıkaracaktır.
Güneş kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Gözlerim bana evrenden gelecek özel bir mesaj ararcasına kitapların arasına dalıyor. Kendimi içinde bulunduğum andaki girdaba teslim edip, gözlerim kapalı, tenimde güneşin sıcaklığı ile yeni bir dünyaya taşımak istiyorum. Bir mucize bekliyorum adeta. Düşünceler zihnimin en karanlık köşelerinde kaybolmuşken, gözlerim Zola’nın “Gerçek” adlı kitabına takılıyor. Beklediğim mesajı alıyorum yine evrenden. İçimi bir heyecan kaplıyor ve göremediğim ne varsa ruhumu kaplayıp beni titretiyor. Gerçeği ararken bana bu satırları yazdıran zihnim yine bir köprü gibi ruhumun derinliklerine dalarak bana bir mesaj taşıdı. Zola’nın kitabını elime aldığımda farklı hissediyorum, eski kitapların kendine has kokusu ile irkiliyorum. Sayfalarını açtığımda etrafa saçılan tozları görebiliyorum. Eski bir basım kitap belli ki. Kırmızı kapağının üzerinde altın sarısı bir başlık, sayfaları ise kahverenginin sarıya çalan renginde. İçerisinde ise yıllar öncesinde bu dünyada kendini deneyimlemiş bir ruhun bize bıraktığı hayaller, yaşanmışlıklar ve inançlar var. Bu anlamda kitaplar bir zaman makinesi değildir de nedir diye düşünüyorum.
Cafe’de çalan şarkı görkemli bir son ile biterken, yerini bir diğerine bırakıyor. Benim de okuduğum kitapların sırayla yerini bir diğerine bıraktığı gibi. Her okuduğum kitapla artık ben eski “ben” olmaktan sıyrılıyor ve yeni bir “ben”e doğru yelken açıyorum. Bana bu fırsatı veren başka ne var ki bu dünyada?
Comments